12 Kasım 2009 Perşembe

Değer

Prof. Dr. Ş. Teoman Duralı, bir süredir Kutadgubilig: Felsefe-Bilim Araştırmaları dergisinde "Türkçenin Felsefe - Bilim Sözlüğü" başlığı altında bir sözlük yayınlıyor. Sözlük, derginin 16. sayısında (Ekim 2009) "Deneysel" kelimesine kadar gelmiş durumda. Hocanın sözlüğü tamamlayıp, ayrıca yayınlayacağını düşünüyorum. Daha önce görmemişlere bir fikir vermesi açısından, bu nadide sözlük çalışmasındaki (derginin son sayısında bulunan) "Değer" maddesini burada paylaşmak istiyorum. Yazıları büyük formatta okumak için sayfaların üzerine tıoklamanız yeterli.





13 Ağustos 2009 Perşembe

Determinizm

Determinizm; her olayın, diğer olaylara gerekli ve kaçınılmaz bir sonucu olduğunu ileri süren bir öğretidir. Sözlük anlamı olarak da; belirlenimcilik, gerekircilik anlamına gelen bu kelimeyi ayrıştırdığımız zaman; aşağıdaki sonuç ortaya çıkıyor:

de + termine + ism = Determinism kelimesini oluşturuyor.

De, Latince'den günümüze ulaşmış uzakta, olmayan anlamlarına gelen bir kelime iken, Determinism'de karşımıza bir önek olarak geliyor.
Kelimeye asıl anlamını veren termine; Latince sınır, limit, son anlamlarına gelen terminus fiilleşip terminare oluyor ve ardından de- öneki ile birleştirdiğimizde determinare kelimesini oluşturuyoruz.

Determinare ( Determino, avi, atum) : sınırlamak, limitlemek, kısıtlamak, belirlemek

de + terminus -> terminare ( Latin)
Determinare -> Determiner (Old Fr) -> Determine (Fr) -> Determine (İng)

Kelimenin sonuna eklenen -ism sonekini incelediğimiz de ise;
-izein (Greek iζειν) -> -izare (Latin) -> -ismos (Greek -ισμoς) -> -ismus (Latin) -> -ism (Fr) -> -ism (İng) -> -izm ( Tr) şeklinde bir sonuca ulaşıyoruz.


Modern dillerdeki hali; determinismo (İsp), determinismus (Alm), determinisme (Fr), determinism (ing) vb.


10 Ağustos 2009 Pazartesi

Gnostik

Ruhani bilgi, ilim; Gnostic kelimesinin anlamlarından bazılarıdır. Peki bu kelime bu anlamını nasıl kazandı? Kelimenin kökenine indiğimiz zaman, karşımıza çıkan ve elde ettiğimiz kelime, Hint- Avrupa dil ailesine ait olan "gno" köküdür.

Bu kök öncelikle Grekçe'de gnosis (gno + sis , knowledge, bilgi) oluyor. -Sis soneki işlevini, kelimeyi yapılan bir işe, eyleme dönüştürerek gerçekleştiriyor. (Örnek olarak know (bilmek)+ -ing = bilinme, bilgi) Bu durumda gnostic kelimesini ayrıştırdığımız da gnosis+ ic sonucuna varıyoruz. (-ic : bir şey ile ilgili anlamına gelen sonek)

Gno kökünden başlayarak, bu kelime, sırayla şu formuna ulaşmıştır:(Grekçe -> Latince ->İngilizce)

Gno => gignoskein (gignosko) - gnosis(Greek) - gnostikos(Greek)
Gnostikos => gnostikus(Latin) - gnostici(Latin) - gnostic(English)

Gno köküne tekrar baktğımız zaman, G harfinin vurgulanmadan söylenip, okunduğunu ele alırsak, İngilizce'deki (to) know kelimesi ile ne kadar benzediği net bir şekilde görünüyor.

Gnosco, gnōvi, gnōtum; fiilindeki "g" harfi zamanla işlevini kaybedip düşmüş, Latince'deki yerini nosco, nōvi, nōtum olarak almıştır.

Latince'de birtakım önekler ile (g)nosco, ere fiiline farklı anlamlar vermiştir fakat sonuç olarak hepsi kök anlamını koruyarak, öğrenmek ile ilgili manalar içerir.

Örnek olarak; prae+nosco: (to learn) öğrenmek, ig+nosco: (not to wish to know) öğrenmek istememek, inter+nesco: (to distinguish) ayırt etmek fiilleri gösterilebilir.


Günümüz dillerindeki hali de: Alm. gnostiker, Fr. gnostique, İsp. gnostico, İt. gnostico vb.

18 Mart 2009 Çarşamba

Propinquitas

Propinquitas İngilizcedeki propinquity'nin (eş anlamlıları: nearness, vicinity, proximity) yakın dereceden akrabasıdır; hatta deyim yerindeyse babasıdır. "Yakınlık" (Cic. Inv. 1, 26, 38; Caes. B. G. 2, 20), "akrabalık", "hısımlık", "dostluk" (Cic. Quint. 6, 26) gibi manaları vardır.

Kelimenin seyrine bakalım. universitas mevzusunda da dile getirdiğim gibi (bkz: sevan nisanyan/@jimi the kewl) Latincede "-tas" eki, ifadeye soyut anlam katar. Propinquitas'taki "-tas" da benzer bir görev görüyor. Kelimenin atası yani dedesi "yaklaştırmak", "yaklaşmak", "getirmek", "hızlandırmak" gibi manalara gelen propinquo (propinquo, avi, atum) fiilidir (Verg. A. 10, 254). Propinquitas'ın dedesi buysa, babası kim? Burada babayı propinquus sıfatı olarak görüyorum; öyle ki bu sıfata eklenen "-tas" eki, yukarıda da söylediğim gibi, soyut anlam katıyor. Propinquus'un anlamı "yakın", "bitişik", yaklaşmış olan"dır (Ter. Eun. 5, 5, 1; Hor. C. 1, 22, 21).

Bu durumda şöyle bir seyir oluşuyor:

Propinquo-are (baba- yakınlaşmak) -> propinquus (oğul- yakınlaşmış/yakın) -> propinquitas (torun- yakınlaşma hali)

Hatta daha eski ataları da bulmak mümkün. Latincede prope zarfı "yakın", "-den uzakta olmayan" manalarındadır (Plaut. Rud. 1, 4, 10). Bu zarfı en eski ata olarak alırsak seyir şöyle oluyor:

Prope -> propinquo -> propinquus -> propinquitas

Ve torunun torunları olarak modern dillerdeki, bu yapıdan gelen kelimeleri görebilirsiniz:

İng. propinquity, İsp. propincuidad vb.

21 Şubat 2009 Cumartesi

Occasio

Latincede occasio, "fırsat", "uygun zaman", "uygun durum", "müsait"(an occasion, opportunity, fit time, convenient season, favorable moment) manalarını verir (occasio est pars temporis, habens in se alicujus rei idoneam faciendi aut non faciendi opportunitatem ... in occasione, ad spatium temporis, faciendi quaedam opportunitas intellegitur adjuncta, Cic. Inv. 1, 27, 40: tempus actionis opportunum Graece εὐκαιρία, Latine appellatur occasio, id. Off. 1, 40, 142). Sinonimleri: opportunitas, locus, facultas'tır.

Modern dillere de geçmiştir: İng. occasion, İt. occasione, Por. ocasião, İsp. ocasión, Fr. occasion.


http://www.visualthesaurus.com/landing/?word=occasion&lang=en&ad=tdc.small

18 Şubat 2009 Çarşamba

Elephantus

Latincede fil ve fildişi için kullanılan kelime elephantus'tur (ĕlĕphantus, i; nadiren de olsa elephans [ĕlĕphans, antis] diye de geçer: Plin. 8, 1, 1, § 1; Hor. Ep. 2, 1, 196). Bu kelime Yunanca'daki aynı hayvanı tanımlayan ἐλέφας kelimesinden gelir.Elephantus'un geçtiği yerlerden bazıları şunlardır: Plaut. Mil. 1, 1, 25; 30; id. Stich. 1, 3, 14; Ter. Eun. 3, 1, 23; Cic. N. D. 1, 35; 2, 47.

Bu yapı çağdaş dillere de geçmiştir: İng. elephant, Alm. Elefant, İt. elefante, Por. elefante, İsp. elefante, Fr. éléphant, Esp. elefanto, Est.
elevant, Fil. elepante, Gal. elefante, Hol. olifant, Kat. elefant, Nor. elefant, Rom. elefant, Ç. Yun. ελέφαντας.

5 Şubat 2009 Perşembe

Consonus

Latincede consonus (con-sŏnus, a, um) "birlikte ses veren", "uygun", "münsaip", "uyumlu" (harmonious) manalarındadır (Ov. M. 13, 610; id. Am. 1, 8, 60; Sil. 17, 448). Bu sıfat, "birlikte ses vermek", "uygun olmak", "uyumlu olmak" gibi manalarındaki consono fiilinden (con-sŏno, ŭi) gelmektedir (apes evolaturae consonant vehementer, Varr. R. R. 3, 16, 30: cum omne tibiarum genus organorumque consonuit, fit concentus ex dissonis, Sen. Ep. 84, 10). Modern dillere de geçmiştir: İng. consonant, Alm. Konsonanten, Çek. konsonantní, Dan. konsonant, Endo. konsonan, Fin. konsonantti, Fr. consonne, Gal. consoantes, Hır. konsonantski, İsp. consonante, İsv. konsonant, İt. consonante, Let. konsonants, Mal. konsonanti, Nor. konsonant, Por. consoantes, Rom. consoană, Slo. Konsonantski.

Et

Latincedeki "ve" anlamındaki et bağlacı, Sanskritçedeki "ötesi", "öte", "-den ötedeki" (beyond) manalarına gelen "ati" ve Yunancadaki "ayrıca", "bundan başka" gibi anlamlara gelen "ἔτι"nin karşılığıdır (qui illius impudentiam norat et duritudinem, Cato ap. Gell. 17, 2, 20: te sale nata precor, Venus et genetrix patris nostri, Enn. ap. Non. 378; blande et docte percontat, Naev. ap. Non. 474, 7: ut, quoad possem et liceret, a senis latere numquam discederem, Cic. Lael. 1, 1).

Modern dillere de geçmiştir: Fr. et, İt. e - ed, İsp. e - y, Por. e, Gal. e.

Perfectus

Perfectus (ya da perfectio [perfectĭo, ōnis, f.]: a finishing, completing, perfecting; perfection) "perficio" (per-fĭcĭo, fēci, fectum: to achieve, execute, carry out, accomplish, perform, despatch, bring to an end or conclusion, finish, complete. Syn.: absolvo, conficio, exsequor) fiilinden gelir; içinde "tamamlanmışlık", "yapılmışlık", "olmuşluk", "başarılmışlık", "yerine getirilmişlik", "edilmişlik" manasını taşır; bu yüzden hiçbir eksiğe gediğe yer bırakmayan, "kusursuzluk" anlamını da verir (Tert. Anim. 20).

Bu haliye modern dillere de geçmiştir: İng. perfect, Esp. perfekta, Alm. perfekt, İt. perfetto, Por. perfeito, İsp. perfecto, Fr. parfait, Ar.
perfekt, Bul. перфектно, Çek. perfektní, Dan. perfekt, Fil. perpekto, Gal. perfecto, Dutch. perfecte, İsv. perfekt, Kat. perfecte, Mal. perfetta, Nor. perfekt, Slo. perfektný.

Hypocrita (hypocrites)

Hypocrĭta veya hypocrĭtes Latincede "jest ve mimikleriyle taklit yapan aktör" manasındadır (Suet. Ner. 24; Quint. 2, 17, 12; 11, 3, 7). Yunancadaki ὑποκριτής kelimesinin birebir çevirisidir. ὑποκριτής için Lampe'nin Patristic Greek Lexicon'ında (1961) örnekleriyle manaları şöyle açımlanmış:


Kelimenin ifade ettiği manayı tam anlayabilmek için en yetkin kaynak Novum Testamentum, Secundum Mathaeum 6.2 ve 6.5'teki ifadelerdir. Şöyle deniyor: 6.2: "Cum ergo facies eleemosynam, noli tuba canere ante te, sicut hypocritae faciunt in synagogis et in vicis, ut honorificentur ab hominibus." Yani Türkçesiyle "Bu nedenle, birisine sadaka verirken bunu borazan çaldırarak ilan etmeyin. Hypocrita'lar, insanların övgüsünü kazanmak için havralarda ve sokaklarda böyle yaparlar." - 6.5: "Et cum oratis, non eritis sicut hypocritae, qui amant in synagogis et in angulis platearum stantes orare, ut videantur ab hominibus." Yani Türkçesiyle "Dua ettiğiniz zaman hypocrita'lar gibi olmayın. Onlar, herkes kendilerini görsün diye havralarda ve caddelerin köşe başlarında dikilip dua etmekten zevk alırlar." Buradaki mana "-gibi yapmak; -miş gibi yapmak"tır. Aslında dua etme amacı gütmeden, gösteriş olsun diye (tıpkı bir hypocrita/aktör gibi) dua etmek ya da insanların övgüsünü kazanmak için sadaka vermektir. Görüldüğü gibi burada bir kandırma anlamı vardır. Kandırmak da en çok aktörlere yakışır. Martin Luther'e göre bir hypocrita (dinsel manada) sadece bir ikiyüzlü (hypocrite) veya dalkavuk (flatterer) değildir; aynı zamanda aldatır ve zarar ziyana neden olur ve bunu kutsallık adına yapar (The Familiar Discourses of Dr. Martin Luther, p.369, tr. H. Bell, 1818). Christian Wolff'ta da aynı söylemi buluruz, hypocrita dinsel sorumluluğu, bağlılığı (pietas) taklit eden, sömürendir (Philosophia moralis sive Ethica, p.275, 1751). Elihu Thayer'in de belirttiği gibi İsa'nın dile getirdiği en büyük üzüntüsü hypocrita'lar üzerinedir. Ona göre hypocrita'lık asla azizlikle bağdaşmaz; bu tarz dini gösterişe çevirme eylemi Tanrı katında en büyük günahlardan biridir. Dindeki hypocrita'lar din adamı kılığında olup sadece görünüşte dinle alakalıdır, kalbinde dine dair hiçbir şey yoktur. Kötü niyetli olmadığı müddetçe Kutsal söylemle alakalı olan hiç kimse hypocrita olamaz (Elihu Thayer, Sermons, Evangelical, Doctrinal, and Practical, p.40, C. Norris & Co., 1813).

Kelimenin diğer dillerdeki seyri: İng. (Ortaçağ) ypocrite - (modern) hypocrite, İt. ipocrita, Por. hipócrita, İsp. hipócrita, Fr. hypocrite, Esp. hipokritulo, Ar. منافق, Arn. hipokrit, Çin. 伪君子, Dan. hykler, Gal. hypocrite, İbr. מתחסד, İs. hycklare, Kat. hipòcrita, Nor. hykler, Rom. ipocrit.

1 Şubat 2009 Pazar

Comprehensio

comprĕhensĭo (conp-), ōnis, f. id.,

Latincede "düşünceyi yakalama”, “tutma”, “anlayış”, “idrak”, “sözcükleri bir tam cümle içinde toplama”, "algı", "fikir" gibi anlamlara gelen bu kelime (İng. comprehension, İt. comprensione, Por. compreensão, İsp. comprensión - comprensión, Gal. comprensión, Fr. compréhension, Dutch. comprehensie), Y. Kenan Yonarsoy'un Cicero'nun Felsefi Terminolojisi adlı çalışmasında da (Doktora Tezi, İst. Üniv. Edeb. Fak. Yay. No:2865, İstanbul 1982) belirttiği gibi Cicero tarafından teşkil edilmiş olabilir. Kelimeye ilk olarak ve klasik çağda yalnız Cicero'da rastlanması da onun teşkil ettiğinin bir kanıtı olabilir. Terimleştiği söylenemez (sf.85) (mens amplectitur maxime cognitionem et istam κατάληψιν, quam, ut dixi, verbum e verbo exprimentes comprehensionem dicemus, cum ipsam per se amat, Cic. Ac. 2, 16, 31; krş. id. ib. 1, 11, 41 et saep.).

Prof. Dr. Teoman Duralı (İstanbul Üniversitesi, Felsefe Bölümü) hocamız Türkcenin Felsefe-Bilim Sözlüğü kapsamında (Kutadgubilig Dergisi, muhtelif sayılar) "Anlama" maddesinde (T. Duralı, "Türkcenin Felsefe-Bilim Sözlüğü", Kutadgubilig, S. 6 [Ekim 2004], Sf. 294-295) şu açımlamayı yapıyor:

(1) 'Anlama'nın tam karşılığını, bir tek, Yunanca ile Almancada buluyoruz; öteki dillerdeyse yaklaşık mütekâbilleriyle karşılaşıyoruz.
(2) 'Anlama', 'anlamlandırma' işleminin ilk ve en önemli basamağını oluşturur. Duyumlama safhasında edilginlik söz konusudur. Duyumlananın duyumlayanca belirlenmesiyle etkinlik aşaması başgösterir. Duyumlananın duyumlayan tarafından belirlenmesi 'anlama'dır. 'Anlama'nın olması, bilinç durumudur. Bilinçli durumda olmayan anlayamaz. Şu durumda 'anlama'nın başta gelen şartı 'bilinç'tir. 'Bilinçli' kaldıkça kişi, 'anlama' imkânına da sahiptir.
(3) Bilinçli hâlde kişi, her şeyden önce kendini bilir. Kendini bilme durumunaysa, 'özbilinç' denir. 'Özbilinc'inde olan, metafizik lisanda (Fr. jargon), 'özne'dir (Gerçi 'özne' dilbilgisinde de geçer; ama burada söz konusu olan, metafizik bağlamdır). Kendi 'benini bilen 'özne', ben-dışı'na yöneldiğinde, karşılaştığı 'nesne' alanıdır. 'Anlama', evvelemirde, benin, 'ben-dışı'ndan aldığı duyu verileriyle işlerlik kazanır. 'Ben-dışı', 'özne'nin kendi 'ben'ini anlamasında da etkilidir. O hâlde 'ben' ile 'ben-dışı' dialektik bir ilişki içerisinde yol alır ve buradan 'öznel' —yânî, 'ben'e ilişkin— ile öznel-olmayan' —demekki 'ben-dışı'na dair— 'anlama' ortaya çıkar. Öznel-olmayan', karşılaşılan, kişi yahut herhangi bir olay neviinden, 'nesne'dir. Karşılaşmada 'ben-dışı' olayını yahut varolanını 'ben'e bildiren 'duyu verisi'dir. 'Duyu verisi', 'ben' tarafından duyulur/duyumlanır. 'Duyumlama' salt bir fizyolojik vakıa olup henüz anlamlan/dırıl/mış değildir. 'Duyumlama'nın 'yorum'uyla (Alm. Ausdeutung; Fr. interpretation) 'anlamlandırma' işleyişi (Fr. mechanisme) ile işlemi (Fr. operation) yürürlüğe girer. Bu safhaya da 'algılama' denir. Immanuel Kant'ın deyişiyle 'duyumlanırlığ'ın (Âsthetik) saflarında bulunan algı'yla 'anlama', bundan da 'bilgi' ortaya çıkar. Şu durumda 'anlama', 'algı'yla başlar. Haddizatında 'algı', fizik - fizyolojik işleyişin sonucu; 'anlama'ysa, 'bilgisel' (Fr. cognitif) sürecin başlangıcıdır. Görüldüğü gibi, 'duyumlama' kendi başına, yânî 'algı'ya dönüşmedikçe, 'anlama'dan yoksunluk demek olup 'anlamdışı'dır.

'Duyumlama'nın 'yorum'u 'anlama'yı doğurur. 'Anlama'nın 'doğuş'u 'algı'dır.
'Anlama' etkinliktir. Etkinliğin sonucunda ortaya çıkan 'anlam'dır. 'Anlama -anlamlandırma' bir düşünme etkinliğinden başka bir şey değildir. Yorumlama' koyulaşıp yoğunlaştıkça düşünme ile onun verimi olan düşünce de karmaşıklaşır. 'Anlama', 'duyumlama'nın 'yorum'undan doğar dedik. Anlama'nın bu başlangıç safhasına da 'algı' aşaması denmişti. 'Yorum'un yorum'una gelince, bu da, 'tefsîr'dir. (Alm. Auslegung; Fr. commentaire)

'Yorum', basit düşünme etkinliğidir. 'Tefsîr'e baktığımızdaysa, burada basit düşünmeden doğan 'düşünce' üzerine düşünme etkinliği yer alır. Şu son saydığımız, artık, 'teemmüllü (Fr. reflexif) düşünme' etkinliğidir. Bu ise, 'anlama'nın 'idrâk' (Fr. aperception) merhâlesidir.

Kaynak:
Richard Schaeffler: "Verstehen", 1628. 1641.syflr, "Handbuch philosop-hischer Grundbegriffe", çıkaranlar: Hermann Krings, Hans Michael Baum-gartner & Christoph Wild; Kösel Verlag, Münih, 1974.

23 Ocak 2009 Cuma

Divinatio (Mantike)

Cicero’nun Latincede “divinatio” (karşılaştırın: augurium, auspicium, vaticinium, praesagium, praedictio) terimiyle karşıladığı Yunancadaki "mantike" (μαντική) "geleceği görme, kehanet" manalarını içerir. (Cic., De Nat. Deorum I. 20.55: “Sequitur mantike vestra, quae Latine divinatio dicitur,...”) Cicero’nun eserinde Epikurosçu Velleius’un Epikuros’un felsefesini överken her şeyi yazgıya bağlayan veya kehanetlerle açıklayan zihniyeti eleştirerek şöyle der: “Tabiatüstü güçlerin etkisiyle kahinlere, kuşların uçuşunu ya da ötüşünü yorumllayarak geleceği anlatanlara, rüya yorumcularına, bilicilerine önem vermemiz gerekirdi, oysa Epikuros’un sayesinde korkularından sıyrılmış olan bizler kendilerine ya da başkalarına zarar vermeye yeltenen tanrılarden çekinmiyoruz ki, olağanüstü görünen, kusursuz tabiat karşısında saygıyla eğiliyor, kutsal inançla tapınıyoruz.” (Cic., De Nat. Deorum I.20.55-56: “quanti autem haec philosophia aestimandast, cui tamquam aniculis, et his quidem indoctis, fato fieri videantur omnia. sequitur mantike vestra, quae Latine divinatio dicitur, qua tanta inbueremur superstitione si vos audire vellemus, ut haruspices augures harioli vates coniectores nobis essent colendi. His terroribus ab Epicuro soluti et in libertatem vindicati nec metuimus eos quos intellegimus nec sibi fingere ullam molestiam nec alteri quaerere, et pie sancteque colimus naturam excellentem atque praestantem.”)

Divinatio'nun (İng. divination, Por. divinação, İsp. adivinación, Fr. divinasïõ-divinatio, Dutch. divinatie, Fin. divina, İt. divinazione, Rom. divinaţie) Latincedeki kökenine bakarsak en eski ata olarak "ilahi", "göksel", "tanrı" manalarındaki divus (si divus, si diva, esset, in Liv. 7, 26) sıfatını görüyoruz. C. T. Lewis'in sözlüğünde divus'un Yunancadaki δῖος sıfatından geldiği belirtiliyor. Daha sonra "gökyüzü" manasındaki divum (netrum) ismi göze çarpıyor. Divinatio terimine yaklaştıkça karşımıza "önceden görmek, kehanette bulunmak" manalarında divino, -are fiili, "tanrısal","kehanete ait", "insanüstü", "fevkalbeşer" manalarında divinus sıfatı, "tanrıdan", "tanrısal etkiyle" manalarında divinitus zarfı, "tanrısal yapı", "tanrılık", "bilicilik" manalarında divinitas ismi çıkıyor.

Kelimenin İngilizcedeki seyri için Oxford Dictionary'nin hazırladığı çizelge şöyle:

c1374 CHAUCER Boeth. v. pr. iv. 125 (Camb. MS.) Marchus tullius, whan he deuynede the dyuynaciouns,{th}at is to seyn in his book {th}at he wroot of diuinaciouns. 1382 WYCLIF Acts xvi. 16 Sum wenche hauynge a spirit of dyuynacioun. 1387 TREVISA Higden (Rolls) III. 57 Ei{th}er seide {th}at [he] hadde {th}e better dyuynacioun of foules [felicius augurium]. 1555 EDEN Decades 309 To speke of thynges that shalbe, longe before they are, is a kynde of diuination. 1579-80 NORTH Plutarch (1895) 80 The flying of birds, which doe geue a happy divination to things to come. 1662 STILLINGFL. Orig. Sacr. II. iv. §1 The Gentiles hearkend unto Oracles and Divinations. 1712 ADDISON Spect. No. 505 {page}5 Among the many pretended arts of divination, there is none which so universally amuses as that by dreams. 1879 D. M. WALLACE Australas. v. 103 Divination is made by examination of the state of the body internally.

Isonomia

Bkz. Aequilibritas

Aequilibritas (Isonomia)

Sonsuzluğun büyük gücü kapsamlı ve özenli bir inceleme gerektirir, bu gücün yapısında her şeyin bir dengi vardır. Epikuros buradaki eşit dağılıma “isonomia” (ισονομία) demektedir. (Cic., De Nat. Deorum I.19.50: “In qua intellegi necesse est eam esse naturam ut omnia omnibus paribus paria respondeant; hanc isonomia appellat Epicurus id est aequabilem tributionem.”) Aynı eserde Cicero Türkçeye “Dengelilik” olarak çevirebileceğimiz “aequilibritas” terimini “isonomia”yı karşılamak için kullanır. (Cic., De Nat. Deorum I.39.109: “Confugis ad aequilibritatem (sic enim isonomia si placet appellemus) et ais, quoniam sit”).

Bazı yazarlar isonomia kavramından hareketle Yunan hükümetindeki aristokratik veya otokratik nitelikten, demokratik niteliğe geçişi vurguluyorlar; güçlerin eşitliği, politik güçlerin dengede tutulması vs. (Mihai Spariosu, God of Many Names: Play, Poetry, and Power in Hellenic Thought from Homer to Aristotle, p.63, Duke University Press, 1991).

Latincedeki aequilibritas kelimesi ise terimleşmiştir. Kökenine bakarsak, biri sıfat diğeri fiil olmak üzere iki kelimeyi görüyoruz: Kimilerine göre Yunancadaki ἔοικα ile kimilerine göreyse Sanskritçedeki ēka (bir) kelimesiyle ilişkilendirilen aequus (eş anlamlıları: planus, aequalis, aequabilis, par, similis, justus): düz, yatay, ufki, uygun, müsait, elverişli (in aequum locum se demittere, Caes. B. G. 7, 28: legio, quae paulo aequiore loco constiterat, id. ib. 7, 51: in aequum locum deducere, Sall. J. 42); aequo, -are: düzeltmek, düzlemek, eşit olmak, eşit kılmak (Insedabiliter sitis arida, corpora mersans, Aequabat multum parvis umoribus imbrem, Lucr. 6, 1176: per somnum vinumque dies noctibus aequare, Liv. 31, 41: aequavit togatus armati gloriam collegae, id. 4, 10, 8: cujus magnitudini semper animum aequavit, id. 33, 21, 3)

Latincede çok fazla kelimeyi etkilemiştir aequus ve aequo, -are. Aequilibritas da (İng. equality, İt. eguaglianza, Esp. egaleco, Por. igualdade, İsp. igualdad, Fr. égalité, Rom. egalitatea, Kat. igualtat) bunlardan biri. Görüldüğü gibi bu yapı birçok dile de geçmiştir.

Y. Kenan Yonarsoy, Cicero'nun Felsefi Terminolojisi başlıklı çalışmasında "aequilibritas" terimini açıklıyor (Sf.116, İst. Üniv. Ed. Fak. Yay. No:2865, İstanbul 1982):

"Aequilibritas, -tas ekli bir kelime olarak soyut anlamlıdır. Fransızca, Almanca ve İtalyancaya felsefi bir terim olarak geçmiştir... Aequilibritas'ın terimleşememesi, isonomia anlamını iyi ifade edememesi olsa gerektir. İsonomia ise Latinceleşmemiştir. Bu anlamda başka bir kelime de Latincede doğmamıştır."

22 Ocak 2009 Perşembe

Extremus

"Dış taraf", "dışarıdaki" manalarına gelen exter ya da exterus (karşılaştır: extraneus; alienus, peregrinus, adventicius. Ayrıca zıddı için bkz. inter) kökünden gelir neutrum cinsindeki bu isim (exterarum gentium multitudo, Suet. Caes. 84: non modo vestris civibus, verum etiam exteris nationibus, Cic. Font. 11, 25 vb.). buradan anlaşılıyor ki "ex-" öneki veya eki her daim "-den ayrılma"; "in-" öneki veya eki (acc. ile birlikte) "-e doğru" manasını verdiğinden exter ile inter arasındaki zıtlık daha açık bir şekilde ortaya çıkar.

Ekstremum / exstremum, extremum, extimus veya extumum şekliyle de kullanılabilir; Yunancadaki esksatos sıfatıyla da manaca ilişkilidir. En nihayetinde başlıktaki kelime "son", "son nokta", "uç", "en sonunda", "nihayet" gibi manaları verir (extremum tenues liquefacta medullas tabuit, Ov. M. 14, 431 vb.).

Her ne kadar parantez içindeki kaynaklandıkları köklerden de anlaşılabileceği gibi, detayda farklılıklardan söz edilebilise de, şunlar da üç aşağı beş yukarı extremum'un eş anlamlılarıdır:

ultimum (ultimus, sonuncu)
postremum (post, ardında, sonraki; posterus, sonra gelen, bir sonraki)
novissimum (novus, yeni, en son gelen, en son ortaya çıkan vb.)
supremum (super, üstü, fazlası, üstüne gelen, üstün gelen vb.)
imum (imus, en sonuncusu, en alçaktaki, en derindeki)

Bu incelemeyi daha evvel Ekşi Sözlük'te yayınladım:
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=15151522

Urbanitas

Latincedeki urbanitas (İng. urbanity, Alm. urbanität, Por. urbanidade, İsp. urbanidade, Fr. urbanité, İt. urbanità) kelimesinin ilk anlamı "şehirdeki yaşam", "şehir yaşamı"dır (desideria urbis et urbanitatis, Cic. Fam. 7, 6, 1: in urbis urbanitatisque desiderio, id. ib. 7, 17, 1 vb.). Hem iyi hem de kötü manada "şehir adeti", "şehre özgü nitelikler" anlamını da verir. Buradan hareketle iyi manada "incelik", "nezaket" (Refinement, elegance of manner, politeness, courtesy, affability, urbanity) manalarına da kavuşur (addo urbanitatem, quae est virtus, ut Stoici rectissime putant, Cic. Fam. 3, 7, 5 vb.). "Duyarlılık","alçakgönüllülük", "düşüncelilik" ve "(konuşmada) incelik" manaları da vardır (urbanitate quādam quasi colorata oratio, Cic. Brut. 46, 170 vb.). C. T. Lewis'in sözlüğünde urbanitas'ın zıddı olarak "köylülük", "kırsallık", "kabalık", "yontulmamışlık" manalarındaki "rusticitas" ("kır", "taşra", "köy" manalarındaki rus, ruris'ten gelir) belirtilmiştir. Ayrıca urbanitas'ın "alaya alma", "dalga geçme", "mizah yapma" (contumelia si petulantius jactatur, convicium; si facetius, urbanitas nominatur, Cic. Cael. 3, 6: in quantam hominum facetorum urbanitatem incurratis, non dico, id. Fin. 2, 31, 103 vb.) (Ayrıca bkz. Siân Echard, Arthurian Narrative in the Latin Tradition, bkz. p.18, Cambridge University Press, 1998; William W. Fortenbaugh, David C. Mirhady, Peripatetic Rhetoric After Aristotle, p.10, Transaction Publishers, 1994) yanında kötü manada "dolandırıcılık yapma", "kandırma", "hilekarlık yapma" (incuriosos milites [vernaculā utebantur urbanitate] quidam spoliavere, Tac. H. 2, 88 vb.) gibi anlamları da vardır.

Urbanitas kelimesinin kökünü araştırmaya başladığımızda Latincede en eski kaynağın "şehir", "Roma şehri" anlamlarındaki "urbs, urbis" kelimesi (
hi coetus sedem primum certo loco domiciliorum causā constituerunt: quam cum locis manuque sepsissent, ejusmodi conjunctionem tectorum oppidum vel urbem appellaverunt, delubris distinctam spatiisque communibus, Cic. Rep. 1, 26, 41 vb) olduğunu buluruz. C. T. Lewis'in sözlüğünde bu kelimenin yanında Sanskritçedeki vardh- (güçlü kılmak) ile Persçedeki vardana (şehir) kelimeleri de ekbilgi olarak sunulmuş. Urbs kelimesi metropol, başşehir, Roma (si tam vicinum urbi municipium sit, ut, etc., Dig. 39, 2, 4 fin) ve ana nokta, merkez (urbem philosophiae, mihi crede, proditis, dum castella defenditis, Cic. Div. 2, 16, 37) olarak da düşünülmüş / kullanılmış.

"Şehre ait" manasındaki urbicus sıfatı (res rusticae et urbicae, Gell. 15, 1, 3 vb), yine "şehre ait" manasındaki urbicarius sıfatı (Cod. Th. 11, 28 vb) ve en nihayetinde (en önemlisi) "şehre ait", "şehirli" manasındaki urbanus sıfatı (nostri majores non sine causā praeponebant rusticos Romanos urbanis, Varr. R. R. 2 vb), -ki zıddı da "köylü" manasındaki rusticus'tur, urbanitas'a varış yolunda durak noktalarını oluşturur.

Urbanitas kelimesi terim olarak erken dönem Roma'nın şehir kültürüne aitliği (örn. Roma şehrinde konuşulan dil gibi) gösterir, İ.S. 250-500 arası içinse vulgar veya vulgaritas terimleri kullanılır (Urban T. Holmes - Alexander H. SchutzA History of the French Language, p.19, Biblo & Tannen Publishers, 1938).

Prof. Dr. Teoman Duralı hocamız Malezyalı Müslüman filozofu Syed Muhammed Naquib el Attas'ın ağzından urbanitas'a karşılık gelebilecek olan "medeniyet, medenilik" terimlerini (İng.'de urbanity'nin medeniyet anlamı vardır, açıktır) tarif ediyor:

"DeNe (Ar DaNa) fiili borçlanmak anlamına gelir... Borçlanmak yahut borç altına girmek, tabiatıyla, duruma göre, 'hüküm ver-meğ'i, daynunah veya idanah ise, 'hüküm giymeğ'i, gerektirir. Bütün bu manâları ve onların karşıtlarını içeren DaNa fiili, mudun yahut mada'in ismiyle ifâde olunan ticâret hayatıyla meşğûl teşkilâtlanmış toplumları barındıran şehir yahut kasabalarda söz konusu olabilirdi. Bir kasabanın yahut şehrin, yânî madinanın (medine) 'hâ-kim'i, 'hükümdar'ı yahut 'idâreci'si bulunurdu: Dayyan. Şu hâlde, henüz sâdece bir DaNa fiilinin değişik uygulanışlarında bile, zihin gözümüzün önünde kanuna, nizâm ile adalete dayalı toplum yaşayışını kucaklayan bir medeniyet resmi canlanmaktadır. En azından kavramca o, MaDDaNa şeklindeki bir başka fiille içten içe irtibatlıdır. MaDDaNa da, 'inşâa etmek', 'şehir kurmak', 'medenîleş/tir/mek', 'yontmak', 'inceltmek', 'terbiye olmak/etmek', 'adam olmak/ etmek', 'insanlaş/tır/mak' anlamlarına gelir. Yine bahsi geçen fiilden de bir diğer isim, tamaddun (OsmT temeddün) türetilmiştir: Medeniyet; kültür sayesinde yontulmuş, incelmiş... İmdi, Din kavramından türe/til/miş ve bütün şu sıraladığımız kanun, nizâm, adalet, yetki ve toplum ile kültür içerisinde incelmişliği içerir anlamları taşıyan mefhum (Fr. & İng. notion), kanunla, nizâmla, adaletle, yetki ve toplum ile kültür çerçevesinde incelmişlikle uyuşan bir eyleme yahut davranma tarzını öngörür. Bu, kanuna, nizâma, adalete, yetki ve toplum ile kültür çerçevesinde incelmişliğe göre öylesine olağan (normal) addolunacak bir eyleme tarzı yahut varolma hâlidir ki, sonuçta, örften, âdetten sayılır bir durumu yansıtır olur. İşte buradan da, türe/til/miş örf, âdet, meleke ile doğal eğilim biçiminde 'din' kavramına bağlı öteki başta gelen manânın arkasında yatan mantığı rahatça görebiliriz..." (Merdiven Şiir, S.15, Bahar 2008, Sf.34-35; Teoman Duralı, Sorun Nedir?, Dergah Yayınları, Sf.237, İstanbul 2006)



19 Ocak 2009 Pazartesi

Impecunious

İngilizcedeki "parasız", "züğürt" manalarına gelen impecunious kelimesinin (Fr. impécunieux, Por. impecunioso, İsp. impecunioso) oluşum süreci Latincede gerçekleşmiştir, diyebiliriz; başına geldiği kelimeye olumsuzluk katan "in-" ile "paralı", "zengin" manalarındaki "pĕcūnĭōsus"un (tum erat res in pecore et locorum possessionibus, ex quo pecuniosi et locupletes vocabantur, Cic. Rep. 2, 9, 16: homines copiis rei familiaris locupletes et pecuniosi, id. Rosc. Com. 15, 44 vb.) birleşmesinden oluşmuştur ( http://www.thefreedictionary.com/impecunious ).

Latincedeki "para", "mal mülk", "zenginlik" manasındaki pĕcūnĭa kelimesini ata olarak alırsak, Charlton T. Lewis'in sözlüğünden bir alıntıyı da aktarmamız gerekir: pecunia kelimesi de "sığır" manasındaki pecus kelimesinden gelmektedir, zira eskiler için "mal mülk" sığırlardan (büyükbaş hayvanlardan) oluşmaktadır. J. Frank Dobie'nin de belirttiği gibi (The Longhorns, p.37, University of Texas Press, 1980) impecunious'u "sığırsızlık", "büyükbaş hayvan sahibi olmama" hali olarak düşünmeliyiz. Pecunia üzerinden detaylı inceleme için: Carlos Quiles, Kárlos Kūriákī, A grammar of modern Indo-European, p.373, Carlos Quiles Casas, 2007.

Novitiate

İngilizcedeki "acemilik devresi", "çıraklık dönemi" manasına gelen novitiate (=noviciate) kelimesinin (Alm. neuling, İt. noviziato, İsp. noviciado, Por. noviciado, Fr. noviciat) Latincedeki yakın atası aynı anlamdaki novicius'tur (Geç Dön. Lat. novitius): novum novicium dicimus et proprium propicium augere atque intendere volentes novi et proprii significationem, Alfen. ap. Gell. 6, 5, 1: quaestus, Plaut. Most. 3, 2, 92: vinum, Plin. 23, 1, 23, § 41 John T. Ford'un Saint Mary's Press Glossary of Theological Terms adlı eserinde de (p.131, Saint Mary's Press, 2007) bu bilgi teyit ediliyor.

Latincedeki bu sıfatın yakın ataları ise kolayca anlaşılabileceği gibi "yenileştiriyorum", "yeniliyorum" manalarındaki nŏvo (āvi, ātum) fiili (ipsi transtra novant, Verg. A. 5, 752: nullā prole novare viros, Ov. F. 1, 622: gregem, Stat. Th. 10, 229 vb.) ve ondan türemiş olan "yeni" manasındaki nŏvus (a, um, adj.) sıfatıdır (civitates condere novas, Cic. Rep. 1, 7, 12 vb.). Charlton T. Lewis'in sözlüğünde novus sıfatının ataları olarak Sanskritçedeki navas, Yunancadaki νέος sıfatları gösterilmiş.

16 Ocak 2009 Cuma

Opuscule

İngilizcedeki "Opuscule" ismi genelde Türkçeye "Küçük yapıt" (A small work; esp. a short or minor literary or musical work) olarak çevrilir. Kökenini incelemeye başlamadan evvel Oxford English Dictionary'nin yardımıyla kullanımına örnekler verelim:

c1530 R. WHITFORD (title) Here foloweth .ii. opuscules or smale werkes of Saynt Bonauenture.
1656 T. BLOUNT Glossographia, Opuscule, a little work, a little labor. 1777 T. TWINING Let. 30 Aug. (1991) I. 137 Have you heard any more of Mr. Mason's projected opuscule about Music? a1851 in Thackeray Christmas Bks. (1872) 127 To put forth certain opuscules, denominated ‘Christmas Books’. 1885 Bookseller July 649/1 His customers refused to pay a shilling for a tiny opuscule which should have been sold for sixpence. 1910 Encycl. Brit. I. 550/2 The opuscule (4th century) known as Alexandri magni iter ad Paradisum, a fable of Eastern origin directed against ambition. 1975 Times Lit. Suppl. 19 Dec. 1508/3 Frederick Forsyth has taken a rest from his blockbusting semi-documentaries to throw off this pleasing opuscule about a young RAF pilot flying home from Germany at Christmas. 1991 Jrnl. Islamic Stud. 2 191 In various fragments and opuscules Pascal outlined two different ways of reaching the truth.

İsmin kökenine dalmak, ismi derinlemesine incelemek istediğimizde ilk anımsadığımız Latincedeki "küçük iş" manasındaki "opusculum" ismidir. İngilizcedeki -cule ekinin eklendiği isme kattığı "küçüklük, azlık" manasını katışı gibi Latincede de -culus/m eki aynı manayı katar. Bu durumda Latincedeki "iş, zanaat, çalışma, eser, kitap, yapı" gibi manalara gelen "opus" (ŏpus, ĕris, n.: quod in opere faciundo operae consumis tuae, in doing your work, Ter. Heaut. 1, 1, 21: menses octo continuos opus hic non defuit, cum vas nullum fieret, nisi aureum, Cic. Verr. 2, 4, 24, § 54: oratio in causarum contentionibus magnum est quoddam opus, atque haud sciam, an de humanisoperibus longe maximum, id. de Or. 2, 17, 71.) isminin sonuna eklenen -culum eki söz konusu manaların küçük halleri olarak düşünülebilir. Opusculum'un ( Myrmecides minutorum opusculorum fabricator, Cic. Ac. 2, 38, 120: accipies igitur hoc parvum opusculum lucubratum his jam contractioribus noctibus, id. Par. prooem. § 5: Cassi Parmensis, Hor. Ep. 1, 4, 3: mea, id. ib. 1, 19, 35) opus'tan gelişini bu şekilde açıklamış oluyoruz. Bu durumda İngilizcedeki Opuscule'nin (İt. opuscolo, Fr. opuscule, İsp. opúsculo) Latincedeki en eski atası opus ismi gibi duruyor. Charlton T. Lewis'in 1879 tarihli sözlüğünde de (Charles Short [1879], A Latin Dictionary; Founded on Andrews'edition of Freund's Latin dictionary [Trustees of Tufts University, Oxford]) geçtiği gibi Opus ismi de Sanskritçedeki "iş" manasındaki "ap-as" kelimesinden gelmektedir.

Gehenna

Bu kelime (gĕhenna, ae, f.,) İbrani dilindeki ge-hinnom, ge-ben-hinnom'un ve Yunancadaki geenna'nın (γέεννα) karşılığıdır. Lampe'nin Patristic Greek Lexicon'da şöyle açımlanır:

İfadenin tarihsel arka planı şöyledir: Fenikelilerin metal üzerinde oturan dana başlı Tanrı Moloch'a çocuk kurban ettiği (bunu da şöyle yapıyorlarmış: moloch heykelini ateşle kızdırıyorlar; yeteri kadar kızgın bir sıcaklığa kavuşunca da kurban edilecek çocuğu heykelin kollarına canlı canlı bırakıyorlar) Kudüs yakınındaki bir vadinin (Hinnom vadisi) adıdır (Walter Balfour, An Inquiry into the Scriptural Import of the Words Sheol, Hades, Tartarus, and Gehenna: All Translated Hell, in the Common English Version, p.111, pub. G. Davidson, 1825). Haliyle -rahatlıkla anlaşıldığı gibi- bizdeki cehennem kelimesinin de atasıdır.

İsmin Latince olarak geçtiği bazı yerler (dini metinler):
Vulg. Matt. 5, 22 sq.; 10, 28; 18, 9 al.: Tert. Apol. 47; Prud. Cath. 6, 111; 11, 112; Aus. Ephem. ap. Orat. 56 et saep.

Novum Testamentum'da Secundum Matthaeum, 23.33'de şu soru sorulur: "serpentes, genimina viperarum, quomodo fugietis a iudicio gehennae?" Türkçesi: "Sizi yılanlar, engerekler soyu! cehennemin yargısından nasıl kaçacaksınız?"

Alyssa Lyra Pitstick, "Light in Darkness: Hans Urs Von Balthasar and the Catholic Doctrine of Christ's Descent Into Hell" adlı eserinde gehenna'yı şöyle anlatıyor: "Gehenna tam anlamıyla cehennemdir (hell), melek olsun, insan olsun lanetlenmiş olanlar için sonsuza dek yanan ateşin mekanıdır." (p.14, Wm. B. Eerdmans Publishing, 2007) Aynı yazara göre gehenna, hell'in en azından üç parçasından biridir: diğer ikisi purgatory (araf) ve sheoldur (ölüler diyarı; underworld). Bu durumda cehennem algısının kategorizasyona uğraması söz konusu. J. W. Hanson'ın "Universalism: The Prevailing Doctrine of the Christian Church During Its First Five Hundred Years" adlı eserinde geçtiğine göre (p.18, Lulu.com, 2007) burası lanetli ruhların cezalandırıldığı mekandır (hatırlayınız Moloch efsanesini). Aynı yazarın değerlendirmesine göre gehenna, Yahudi-Hıristiyanlık inanışında kalıcı cezalandırmanın mekanı olarak görülmemeli; lanetli ruhlar gehenna'da, hakikatin ışığını görene dek cezalandırılacaklardır (p.18); yazar şu alıntıları dikkate değer buluyor: "Gehenna dinsizin yanacağı yerden başka bir şey değildir"; "Son yargıdan sonra, artık Gehenna kalmayacak"; "Bundan böyle Gehenna kalmayacak" (p.18). Kuran'da da en son cezalandırılma mekanı olarak gehenna'dan bahsedilir (Bruce M. Metzger, Michael D. Coogan, The Oxford Guide to People & Places of the Bible, p.88, Oxford University Press US, 2004). Örn. ALİ İMRAN SURESİ : 12 De o küfre sapanlara: "Yenileceksiniz ve cehenneme sürüleceksiniz. Ne kötü döşektir o!" NİSA SURESİ : 93 Bir mümini kasten öldürene gelince, onun cezası,içinde uzun süre kalmak üzere cehennemdir. Allah gazap etmiştir böylesine, lanetlemiştir onu; çok büyük bir azap hazırlamıştır ona. TEVBE SURESİ : 63 Bilmediler mi ki, her kim Allah'a ve resulüne kafa tutarsa ona, içinde uzun süre kalacağı cehennem ateşi vardır. Büyük utanç işte budur. vb.

Gehenna'dan türetilen
gĕhennālis kelimesi de "cehennem gibi", "cehennemi", "şeytanca", "kötü" manalarındadır (Cassiod. Amic. 22, § 32: poenae, id. ib. 24, § 4.).

10 Ocak 2009 Cumartesi

Honorificabilitudinitatibus

Latincede nominativus haldeki honorificabilitudinitas'ın ablativus / dativus pluralis halidir. Yani kelime özne halindeyken her ne manaya geliyorsa, onun -e ya da -den halinin çoğulunu düşünmemiz gerekiyor.

Kelimenin oluşum tablosuna bakmadan önce şunun altını çizmekte fayda var, kelimenin geçtiği eser Loves Labours Lost. yani W. Shakespeare 'e atfedilen tragedyaların aslında Francis Bacon'a ait olduğunu iddia edenlere göre en önemli kanıt/eser. Bu eser Fransa'yı ve Fransız kültürünü aktarmaktadır, W. Ellis ve benzeri araştırmacılara göre Shakespeare gibi bir köylünün (Bacon'la karşılaştırdığımızda yaşamına dair neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz, kaldı ki Sir Tobie Matthews bir mektubunda "en büyük zeka zatıalinizin ismine aittir. halbuki bunu herkes başka biliyor" demiştir Bacon için.) diğer eserler için olduğu kadar bu eser için de yeteri kadar donanıma sahip olduğu söylenemez. Buna karşılık Bacon, çok genç yaşta (16) Fransa'ya (Shakespeare'in hiç gitmediği!), İngiliz büyükelçisi Sir Paulet'nin yanına siyaset öğrenmesi için gönderilmişti. W. Ellis'in The Shakespeare Myth adlı eserinde çok sık tekrar ettiği gibi bir kasap olan W. Shakespeare'le karşılaştırılınca, Francis Bacon gibi neredeyse tüm yaşamı bürokrasi ve saray ortamında geçmiş bir aristokratın bu eseri yazmış olması fikri makul karşılanabilir. tsan chan'ın belirttiği "hi ludi f. baconis nati tuiti orbi" anagramı ise bu açıdan manalı görünmektedir.

Detaylar için: francis shakespeare ya da william bacon/@jimi the kewl

Şimdi gelelim kelimenin oluşturulma biçimine:

İfadenin özünde "onur, şeref, itibar" gibi manalara gelen honor kelimesi var, ki zaten Hint-Avrupa dil ailesine mensup modern dillerin çoğuna da geçmiştir (http://www.merriam-webster.com/dictionary/honor). Bu kelimeden türeyen honorificus kelimesi ise "övme kabilinden, övücü bir şekilde, onurla ilişkilenmiş, onurlanmış, şeref payesi elde etmiş" gibi manalara gelmektedir, ki bu da tabirin gelişiminde ikinci aşamayı oluşturur. Üçüncü aşamada karşımıza çıkan kelime honorificabilitas'tır. Buradaki -abilitas eki, ingilizcedeki -ability ekinin karşılığıdır, "-ebilirlik, -abilirlik" manasını verir Türkçede. "Abilitas" yetenek manasındadır latincede tek başına kullanıldığında. en nihayetinde honorificabilitas ifadesinde "onurlandırılma durumu, onurlanma durumu" manası açığa çıkar. Dördüncü aşamada honorificabilitudo kelimesini görürüz ifadeye baktığımızda, Latincede üçüncü çekim isimlerdeki yapıyla karşılaşırız (bu kelimenin genetivus yani -in hali honorificabilitudinis olmalıdır). Bir sitede (http://www.users.qwest.net/.../mypages/longwords.html) bu tabirin İngilizcesinin honourableness olduğu söyleniyor ki, İngilizce bilenlerin buradaki -able ve -ness eklerinden de kolaylıkla anlayabileceği gibi mana bu sefer şuna dönüşür: "Onurlanabilirlik, onurlandırılabilirlik".

Buraya kadar tamam ve gayet yerinde bir isim türetim süreciyle karşı karşıyaydık, ancak bundan sonrası biraz abartı görünüyor, F. Bacon veya W. Shakespeare farketmez ozanın tümüyle yaratıcılığına kalmış. Zira beşinci aşamada kelimenin aldığı hal (nominativus) şudur: honorificabilitudinitas. Nasıl ki Latincesiyle trinitas, ingilizcesiyle trinity "üçlülük" manasında (http://humanum.arts.cuhk.edu.hk/...oun3/trinitas.html), honorificabilitudinitas'ta da (yukarıdaki seyri de göz önünde tutarsak) "onurlanabilirlik, onurlandırılabilirlik durumu" manası ortaya çıkar, ancak bunun aşırı zorlama olduğunu düşünüyorum. Zira kelime türetimi, ihtiyaçtan doğar. Burada dördüncü aşamadaki "honorificabilitudo" kelimesi yeterli gibi duruyorsa da, ozan benim gibi düşünmemiş. Örneğin "infinis"'ten (sonsuz) "infinitas" (sonsuzluk) kelimesinin türetilmesi gibi, honorificabilitudo'dan honorificabilitudinitas kelimesi türetilmiş. Burada dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de kelimenin doğal olarak genetivus kökeninden (honorificabilitudinis) türetilmiş olmasıdır, ki bu da kurallılığı gösterir.

Sonuç itibariyle ben bunu, yukarıda da dediğim gibi şu şekilde çevirmeyi uygun görüyorum: "onurlanabilirlik, onurlandırılabilirlik durumu". Diyeceksiniz ki, "ucundan kıyısından 'onurluluk' belki manayı verebilir, onu neden kullanmadın?" Eh yani ozan kasmış, uzattıkça uzatmış, türettikçe türetmiş biz de Türkçesinde benzer bir çabayla -onunla farklı bir zaman diliminde de olsak- aynı düzlemde olduğumuzu gösterebilelim değil mi? Evet.

Bu yazıyı daha evvel Ekşi Sözlük'te yayınlamıştım:
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=13785520

9 Ocak 2009 Cuma

Examination

İngilizcedeki "sınav, muayene, kontrol, inceleme, yoklama, teftiş, soruşturma, tahkikat" anlamlarına gelen examination" terimi diğer modern dillerin bir kısmında ufak değişikliklerle akraba sahibidir. Örn. İt. esame; Por. exame; İsp. examen; Fra. examiné; Esp. ekzameno vs. Bu examination teriminin Latincedeki karşılığı, yani atası examinatio'dur. C. T. Lewis'in elimden düşürmediğim o muhteşem sözlüğünde, yani 1879 tarihli A Latin Dictionary; Founded on Andrews' Edition of Freund's Latin Dictionary'sinde (Trustees of Tufts University, Oxford) examinatio için iki anlam verilmiş bunlardan biri "an equipoise, equilibrium" yani "denge, kararlılık, tarafsızlık vs."; diğeri (daha sonraki döneme ait) "a weighing, examination" yani "tartı, tartma, ölçme, kontrol etme". Görüldüğü gibi bu ikinci mana, söz konusu kelimenin modern takipçilerinin, bir nevi torunlarının içerdiği manaya daha yakındır.

Examinatio'nun kökenine bakarsak; yani başka bir ifadeyle burada konu edindiğimiz examination'ının ilk atalarına; karşımıza, yine C. ,T. Lewis'in sözlüğünden hareketle, examen ismi çıkıyor (ex-amen, inis, n.) neutrum yani cinssiz yapıdaki bu isim ilk etapta "ex" ve "agmen" yani temelde "ex" ve "ago" (fiil, agere fiilinin indicativus kipinde şimdiki zaman birinci tekil kişisi) kelimelerinden oluşmuştur (from ex and ago). Bu şu demek oluyor; daha evvelki bahislerde de (örn. exodus) zikrettiğim gibi "ex", "-den ayrılma, çıkma, uzaklaşma" manasıyla "hareket, ilerleme, yürüme, yürüyüş kolu, hareket halinde, ordu, kalabalık, sürü" manalarındaki agmen ismiyle birleşmiştir. Sonuç itibariyle examen isminin ifade ettiği manalar da şöyledir: "Kalabalığın dışarı uğraması, üşüşme, kalabalık, tahaccüm, arı kümesi, balık sürüsü vs. (örn. res rusticae laetae sunt tum pecudum pastu, apium examinibus, florum omnium varietate, Cic. De Sen. 15 fin.; apium, id. Off. 1, 44, 157; id. Div. 1, 33 fin.; Liv. 4, 33 et saep.), mülahaza, dikkatlice gözden geçirme, mütalaa (examen est ligula vel lignum, quod mediam hastam ad pondera adaequanda tenet, Schol. Pers. 1, 6: examenve improbum in illa castiges trutina, Pers. 1, 6: legum, Ov. M. 9, 552)"

Examinatio için bir diğer kaynak da examino, examinare fiilidir. "Ölçmek, tartmak (tamquam paribus examinatus ponderibus, Cic. Tusc. 1, 19, 43); ölçüp biçmek, denemek, test etmek (non aurificis statera, sed quadam populari trutina examinari, Cic. De Or. 2, 38, 159; krş.: omnia verborum momentis, non rerum ponderibus, id. Rep. 3, 8; aliquid suis ponderibus, id. Planc. 32 fin.)" manalarındadır. Examinatio için birinci dereceden akraba olduğu açıktır. Bu fiilden hareketle geç dönem Latincesinde examinatus sıfatı üretilmiştir; bu sıfat "denenmiş, dikkatlice gözden geçirilmiş olan" (examinatissima diligentia, Aug. Conf. 7, 6) manasında olup İngilizcedeki examined kelimesinin karşılığı olarak değerlendirilebilir.

examen (ex-ago; ex-agmen), examinare -> examinatio ---> examination

Daha sonra bu mananın etrafında gezinen, alışık olduğumuz gibi belli ekler getirilerek başka kelimeler türetilmiştir:

Examinator (examinator, oris: İng. examiner, İt. esaminatore, Por. examinador, İsp. examinador, Fra. examinateur): tartıcı, kantar (Cassiod. Var. 6, 18 fin.); (geç dönem Latincesinde) denetleyen, sınavı denetleyen, kontrol eden (örn. Tert. Apol. 9; Aug. Contr. Cresc. 3, 73).

Examinatorius (examinatorius, a, um, adj. id.: belonging to an examination): examinatio'ya ait (Martyria Fidei, Tert. Adv. Gnost. 7).

Examinatrix (examinatrix, icis, f. id.: she that tests or tries ): kontrol eden kadın, denetleyen kadın, deneyen kadın (August. Sanct. Virg. 46).

6 Ocak 2009 Salı

Exodus

Exodus'u incelememe vesile olduğu için evvela Ekşi'den ben ruhi bey nasilim'a teşekkür ederim.

Exodus (-i, f., ="Ἔξοδος") kelimesi Yunancadaki eksodos'un (evvelki parantezin içine bkz.) Latinceye olduğu gibi aktarılmış (transliterasyonu yapılmış) halidir. Yunancadaki açılım şöyledir:


Tert.
adv. Jud. 11'de de geçtiği gibi, isim terimleşmiştir. "Çıkış" (a going up) manasında olup, Nova Vulgata'da Vetus Testamentum yani Eski Ahit'in ikinci kitabının adıdır (
Yahudilerin / İsraillilerin Mısır'dan çıkışını anlatır. John F. Haught'ın "What is Religion?" adlı eserinde [p.67, Paulist Press, 1990] söylediğine göre; burada ısrarla "yol" ["way" or "path"] kelimesinin kullanılması aslında dinin kalbinde yatan önemli bir metafordur. Yazar Scott Rode'a göre de [Reading and Mapping Hardy's Roads, p.11, CRC Press, 2006] "hodos" kavramı önemlidir, bu yalnızca coğrafi manada [Mısır'dan] bir yer değişimini göstermez; aynı zamanda derin kültürel bir anlam (deeper cultural significance) ifade eder; yani bir misyonu başarmanın metodu olarak ["a systematic way of accomplishing a task"] anlamalıyız "yol"u ve "ayrılış"ı. Richard H. Hiers'ın da belirttiği gibi V. Testamentum'daki "Exodus" bölümü birçokları tarafından mühim köşe başlarından biri olarak değerlendirilmiştir. Araştırmacılara göre Mısır'dan bu çıkışın tarihi İ.Ö. 1230 civarı olsa gerek [R. H. Hiers, The Trinity Guide to the Bible, p.45, Continuum International Publishing Group, 2001]. Krş. İslam'da Hak Yol kavramı): Liber Exodus. ( http://getir.net/ooi ) Kısaltımı: Exo. ( http://getir.net/ooj ) İbranicesi için: http://wlcv.hebrewtanakh.com/exodus/1.htm

Kelimenin Yunancadaki karşılığı olan
Ἔξοδος, Yunancadaki "Yol" manasına gelen "hodos" (οδος) kelimesinden gelmektedir. Ex-odos yapısı da Latincedeki "e/ex + abl." kalıbıyla oluşmuş olup bir yerden sökülme, çıkma, ayrılma anlamına kavuşmuş olur. Eric Partridge'ın Origins: An Etymological Dictionary of Modern English adlı eserinin (Routledge, 1966) 2191. sayfasında da belirtildiği gibi "-(h)odos ile yapılmış diğer bazı isimler şunlardır: (kata+) kathodos, (epi+) epeisodios, (meta+) methodos (methodikos, methodicus, methodique, methodic, method vs.), (peri+) periodos (periodikos, periodique, periodic, periodicus, periodus, periode, period vs.), (sun+) sunodos (synodus, synode, synod, synodalis, synodal, sunodikos, synodicus, synodique, synodic vs.)

Exodus'un Latincedeki en çok kullanılan sinonimi "exitus" (a going out or forth, egress, departure) olsa gerek; ki bu kelime de görüldüğü gibi (ex+) yapısının "eo, -ire" (gitmek) fiiline eklenmesiyle oluşturulmuştur; yani tam manasıyla "bir yerden gitme, ayrılma" (reditum mihi gloriosum injuria tua dedit, non exitum calamitosum, Cic. Par. 4, 29: omni exitu et pabulatione interclusi, Caes. B. G. 7, 44 fin.: exitum sibi parere, id. B. C. 3, 69, 3 vs.). Exitus'un ayrıca, ölme, yok olma, hayattan ayrılma gibi manaları da vardır (ut tragici poëtae, cum explicare argumenti exitum non potestis, confugitis ad deum, Cic. N. D. 1, 20, 53: adducta ad exitum quaestio est, id. Tusc. 5, 6, 15: ita magnarum initia rerum celerem et facilem exitum habuerunt, Caes. B. C. 3, 22 fin.: verba quae casus habent in exitu similes, Cic. Or. 49, 164: natura ad humanum exitum (Romulum) abripuit, Cic. Rep. 1, 16 fin.: duravere usque ad Sejani exitum, Plin. 8, 58, 74, § 197; Amm. 14, 11: exitus in dubio est, Ov. M. 12, 522 vs.).

Fundamentalizm

"Fundamentalizm" terimini incelemeye kalkıştığımızda Latincede gidilebilecek en eski köklerin "dip", "çiftlik", "mülk", "yetkili" manalarındaki fundus, -i ismi; "kurmak", "temelini atmak" manalarındaki fundo, fundare (sinonimleri: condo, -ere; exstruo, -ere) ve "dökmek", "akıtmak", "dağıtmak", "bolca ekin üretmek" manalarındaki fundo, fundere fiilleri (Yunancası kseo, kseusw) olduğu görülüyor. Sonraki kuşak kelimeler ise funda, -ae "sapan"; funditor "sapan atan kimse"; fundito, funditare "sapanla atmak", "fırlatmak"; funditus "tamamen", "bütün", "dipteki" manalarında. Bana kalırsa fundamentalizm terimini ilk andıran kelime olarak karşımıza (kent vb.) "kurucu", "yapıcı" manalarındaki fundator çıkıyor. Bu isimle birlikte "kurmak" manasındaki fundare fiilini düşünürsek, cinssiz bir isim olan fundamen, fundaminis kelimesinin "temel", "esas", "dayanak" manalarına gelmesi de doğaldır. Şu da var ki İngilizcede pek sık karşımıza çıkan find / found ve foundation'ın da anlamca ve yapıca kökü buradadır. Zira yukarıda işlediğim fundator'un İngilizce karşılığı founder'dır. (Büyük üstadım, rehberim olan Teoman Duralı hocamın bu noktadaki itirazını sizlerle paylaşmak istiyorum:  

Cengiz, Latince "fundare"nin Germen menşeli "find"la kökdeşliği yok... Sözü İngilizcenin en yetkili kökenbilim sözlüklerinden Robert Claiborne'nun "The Roots of English"ine bırakıyorum: İlkin, "fundus", Bhudh- kök öbeğine ait: "Latin 'fundus' (Germanic 'bottom') or base. The Latin word 'foundation' (base) of a building and the foundations 'founded' and 'funded' by rich people, the 'fundamental' things that are basic, and the 'profound' idea that gets to the bottom of something." "Find" ise, Pent- söz öbeğine mensup: "to tread, go, whence 'find' ('go after'); the Germanic 'path' one treads on was borrowed from Iranian, via some steppe people. Various L words center on the sense 'way' (where one goes), as with 'pontoons' sometimes used to bridge (make a way across) a river. From 'pontifex', priest ('he who prepares the way'), comes 'Pontifex Maximus', the 'highest priest' (of Rome), now one of the titles of the 'Pontiff' --whence to 'pontificate' 'speak as if one were the pope.)

Şu ana kadarki seyir şöyle:

fundus / fundare -> funda / fundator -> fundamen

Fundamentalizm teriminin en yakınını bulabiliriz bu noktada: (genelde çoğul kullanılan) Fundamentum. Bu terim yine "temeller", "dayanaklar", "esaslar" manasındadır. Latin Oxford Dictionary'de bu terimin fundare+mentum/mens birleşiminden oluştuğu yazılı. Yani:

Fundamentum= temel atmak + düşünce / akıl / anlayış / niyet / plan = temel atma düşüncesi / temeli atılmış düşünce, niyeti.

Oxford'un sözlüğünde fundamentum'un "gereklilik", "kaçınılmazlık" (indispensable) durumunu yani "temel zorunluluk / gereksinim" halini (fundamental necessity) gösterdiği de söyleniyor. Charlton T. Lewis'in 1879 tarihli A Latin Dictionary; Founded on Andrews' Edition of Freund's Latin Dictionary'sinde (Trustees of Tufts University, Oxford) fundamentum'a sinonim olarak "sedes" ve "initium" isimleri önerilmiş; bunlardan ilkinin yine "oturulacak yer", "ikamet edilen yer" manaları vardır, yani "ait olunan yer" anlamını çıkartırız sedes'ten (ki bu kelime için bakılacak kaynak da "oturmak" manasındaki sedeo, -ere fiilidir). İkincisi "initium" ise benim bayıldığım bir terimdir; initio, -are ("başlatmak, önayak olmak, takdis etmek" manalarında) fiilinden gelir "başlangıç", "ilke" manasında olup felsefi metinlerde genelde çoğul olarak ("initia") kullanılır ve " (başlangıç) öğeler(i)" manasındadır. Özellikle de presokratik filozoflardan, atomculardan bahsedilirken sık kullanılır. Fundamentum hem sedes hem de initium ile sinonim olunca; haliyle iyice "temel"e yerleşmiş oluyor. Bütün bu açıklamalardan sonra fundamentalizm terimini incelemeye kalkıştığımızda karşımıza çıkan manalar şunlar oluyor: Bir yere ait olan, başlangıç öğe, esas, esaslar, temeli kuran düşünce, kaçınılmaz nokta.

Seyir şu durumda:

Fundus / fundare -> funda / fundator -> fundamen -> fundamentum

Şimdi fundamentalizm terimine daha da yaklaşabilmek adına Latincedeki sıfat üreten eklerden olan -e/alis'e sığınacağız; bu durumda: "ilk ilkelere, esaslara özgü / aitlik durumunu gösteren" fundamentalis sıfatını bulmuş oluyoruz. Bu kelimenin terimleştiğini küçük bir arama sonunda görüyoruz: http://openlibrary.org/b/ol6408672m - http://www.archive.org/...s/institutionesth00knolgoog vs. Yine kilisenin temel yasasından bahsedilirken "lex ecclesiae fundamentalis" (örn. James A. Coriden, An Introduction to Canon Law, p.47, Continuum International Publishing Group, 2004) dendiğini de akılda tutmak gerek.

Lexicon Latinitatis Nederlandicae Medii Aevi'de (Brill, 1987) fundamentalis'in Dutch dilindeki karşılığı olarak "van het fundament" denmiş yani yukarıda yazdığım gibi "esasa, temele özgü". yine aynı sözlükte fundamentalia sözcüğü için "grondslagen" yani "esaslar" manası verilmiş. Yine fundamentalitas (veya adverb olarak fundamentaliter) şeklinde isim olarak karşımıza çıkan anlam ise "esas olarak, temelde, esasa, temele, orjinal olana özgülük hali"dir.

fundus / fundare -> funda / fundator -> fundamen -> fundamentum -> fundamentalis / fundamentalia / fundamentalitas

Sonuç itibariyle Latincesi fundamentalitas olan fundamentalizm (İng. fundamentalism; Fr. fondamentalisme; Alm. fundamentalismus; İt. fondamentalismo; Nor. fundamentalisme ; Por. ve İsp. fundamentalismo) sistemli bir şekilde esas olana bağlılık, tutkunluk, temelden yani başlangıçta yerleşmiş olduğu yerden sapmayı kabul etmemek vb. manaları vermiş olur. En nihayetinde böyle bir kelimenin dinsel manada "aşırılık"ları (ki bunlarda da ilk yerleşilen, kabul edilen noktanın savunulması, herhangi bir sapma yaşanmaması söz konusudur) göstermesi doğaldır. Temelden sapma veyahut temelde bulunan şeyi, kavramı geliştirmek, doğal olarak fundamentalitas'ın dışına çıkmak demektir. Aşırılara bakarsanız, ilk haliyle kabul etme halini açıkça görürsünüz; zaten saplanmış oldukları için aşırıdırlar.

Meraklısına: incelemiş olduğum Latince kelimelerin bazılarının Lewis'in sözlüğünden karşılıklarını, kullanım alanlarını google defterine attım, meraklıysanız bakarsınız:
http://www.google.com/...9501994974/bdrebqgoqpo2bj-qj

Not: Blogun aynı zamanda ilk girdisi olan bu derlemeyi daha evvel Ekşi'de yayınlamıştım:
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=14611934